İMÂM-I RABBÂNÎ "rahmetullahi teâlâ aleyh"   (971 [m. 1563], 1034 [m. 1624])

Âriflerin ışığı, velîlerin önderi, İslâmın bekçisi, müslimânların baştâcı, müceddid, müctehid ve İslâm âlimlerinin gözbebeğidir. İnsanların itikâd, ibâdet ve ahlâk husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgiler ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine "Silsile-i aliyye" denilen İslâm âlimlerinin yirmi üçüncüsüdür. Ahmed bin Abdülehad, derin âlim, büyük Velî idi. Müctehid idi. İslâm âlimlerinin gözbebeğidir. Tesavvuf bilgilerinin mütehassısı idi.

Âriflerin kutbu, hakîkat sâhiblerinin rehberi, Evliyâ-i kiramın kıdvesi, Allahü teâlânın sevgilisi, ikinci binin yenileyici ve nûrlandırıcısı, Allahü teâlâya yaklaşanların kalblerinin kıblesi, silsile-i zehebin eşsiz halkasıdır,

İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Peygamberimizin "aleyhisselâm" hadîs-i şerîfde, (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer bin Hattâb peygamber olurdu!) buyurarak medh etdiği ve Hazret-i Ebû Bekr'den sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ömer'in soyundan olup, yirmidokuzuncu torunudur. Yine hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir.) buyurularak bildirilen, ilmini nübüvvet kaynağından alan ve "Ulemâ-i râsihîn" denilen âlimlerin en meşhûrlarındandır.

İsmi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'âbidîn'dir. Lakabı Bedreddîn, künyesi Ebü'l-Berekât'dır. İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî "kuddise sirruh", dokuzyüzyetmişbir hicrî senesinde [m. 1563] Hindistânda Lâhor ile Delhî arasındaki cadde üzerinde bulunan Sihrind (Serhend) şehrinde dünyâya gelmişdir. Sihrind, siyâh arslan demekdir. Çünki, bu şehrin yeri evvelce arslanlar ormanı imiş.  Şehri evvelâ sultân Fîrûz şâh kurmuşdur.

İmâm-ı Rabbânî ismiyle tanınmışdır. İmâm-ı Rabbânî, "Rabbânî" âlim demek olup, kendisine ilm ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilm ve amel bakımından eksiksiz ve kâmil, olgun âlim demekdir. Hicrî ikinci bin yılının müceddîdi (yenileyicisi) olmasından dolayı "Müceddid-i elf-i sânî", ahkâm-ı İslâmiye ile tesavvufu birleştirmesi sebebiyle, "Sıla" ismi verilmişdir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için,"Fârûkî" nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendî" denilmişdir. Bütün bu vasıflarıyla birlikde ismi, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî Şeyh Ahmed-i Fârûkî Serhendî'dir.

Mevlânâ Ahmed-i Nâmıkî Câmî ve Halîlullah-ı Bedahşî gibi büyük Velîler, imâm-ı Rabbânînin "kuddise sirruh" geleceğini önceden haber vermişlerdi. Hattâ, Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" efendimiz, onun geleceğini müjdelemişdi. İmâm-ı Süyûtî (Cem'ul cevâmi') kitâbında, bu hadîs-i şerîfi, İbni Mes'ûd Abdürrahman ibni Yezîdden, O da hazret-i Câbirden "radıyallahü anhüm" rivâyet ederek bildiriyor. Hadîs-i şerîf budur: (Ümmetimden Sıla isminde biri gelir. Onun şefâ'ati ile, çok çok kimseler Cennete girer.) (Sıla), birleşdirici demekdir. Tesavvufu fıkh bilgileri ile birleşdirdiği için bu ism, İmâm-ı Rabbânîye "kuddise sirruh" verildi. Zemânın âlimleri, Ona bu ism ile hitâb eylediler. Kendisi de, oğlu Muhammed Ma'sûma "kuddise sirruh" yazdığı bir mektûbda, (Beni iki deryâ arasında sıla yapan Rabbime hamd ederim) diye buyurmakdadır.

Şâh-ı Dehlevî Gulâm Alî Abdüllah "kuddise sirruh", talebesinin büyüklerinden mevlânâ Hâlid-i Bağdâdîye "kuddise sirruh" gönderdikleri bir mektûbda, Mevlânânın derece ve fazîletlerini uzun uzun anlatdıkdan sonra, İmâm-ı Rabbânî "kuddise sirruh" hakkında şöyle buyuruyor: (Âlimler ve ârifler söylemişler ve yazmışlardır ki, imâm-ı Rabbânîyi sevenler, mü'min ve müttekî olanlardır. Sevmiyenler de, münâfık ve şakîlerdir. İslâm memleketleri hazret-i Müceddidin feyz ve nûrları ile doldu. Bütün müslimânlara, hazret-i Müceddidin "rahmetullahi aleyh" ni'metlerine şükr ve hamd etmesi vâcib oldu.) Başka bir mektûbunda, (İnsanda bulunabilecek her kemâli, her üstünlüğü, Allahü teâlâ, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine vermişdir. Vermediği yalnız Peygamberlik makâmı kalmışdır) demiş ve aşağıdaki rubâ'îyi yazmışdır:

Her letâfet ki, nihân bûd pes-i perde-i gayb,
heme der sûret-i hûb-i tû ıyân sâhte end,
Herçi ber safha-i endîşe keşed kilk-i hıyâl,
şekl-i matbû'i tû zîbâ-ter ezân sâhte end.

Ma'nâsı:

Gayb perdesi ardında bulunan güzellikler,
Senin eşsiz sîmanda hepsi zuhur etdiler.

Hayâl kalemi gönül sayfasına ne çizse,
Senin düzgün şeklini, ondan güzel etdiler.

Ömrünün sonuna doğru, mezhebsizlerin iftirâları üzerine, 1027 senesinde Selîm şâh tarafından Gwaliyar şehrinde habs edildi. [1029] da çıkarıldı. Bin rupye ihsân olunup, iki sene dahâ askerde kaldı. Kış aylarında nefes darlığı olurdu. [1624] Kanûn-ı evvel [aralık] ayının onuncu ve binotuzdört 1034 Safer ayı yirmidokuzuncu salı günü, Serhendde vefât etdi. Evinin yanına defn edildi. Efganistân pâdişâhı Şâh-i zemân, imâm için büyük ve çok san'atli bir türbe yapdırdı. İki oğlu Muhammed Sâdık ve Muhammed Sa'îd de bu türbededirler. Şâh-i zemân, on metre uzakdaki türbede zevcesi ile birlikdedir.

İMÂM-I RABBÂNÎ HAZRETLERİNİN HÂL TERCEMESİNİN BULUNDUĞU KİTÂBLAR:

İmâm-ı Rabbânîyi "kuddise sirruh" dahâ yakından ve dahâ etraflı tanımak isteyenlerin, yukarıda arz edilen hâce Muhammed Fadlullahın, fârîsî (Umde-tülmakâmât) kitâbını ve Muhammed Hâşim Bedahşînin (Berekât) kitâbını okumaları lâzımdır. İhlâsın artmasına, îmânın vicdânîleşmesine  yardım eden bu kitâb da fârisî olup, İstanbulda, Fâtihde Işık kitâbevi tarafından ofset baskısı yapılmıştır.